Bu yaza da babalar gibi bir festival sığdırdık ya, sırtımız yere gelmez artık. Bu seneki Rock Werchter'den notlar:
- En başta yağmura, yağmadığı için teşekkür ederek başlayalım. Yağsaydı çok tatsız olacağı belli bir festivaldi.
- Hijyen şartları, beklediğimden çok daha iyi çıktı. Tertemiz tuvaletler, sıcak duşlar. Yani kızların da gidebileceği bir festival Werchter. Ama aramızdan şehirde otelde kalanlar da oldu, o kadar gayliğe gerek yok bence. Festival azcık da pislenmektir ve pislenmek de güzeldir.
- 4 günlük festivalin günlerini sayayım, yorumlar sonra: ilk gün TV on the Radio, Queens of the Stone Age, Linkin Park, Chemical Brothers. Ikinci gün The National, Arctic Monkeys, Kings of Leon. Üçüncü gün Elbow, PJ Harvey, Portishead, Coldplay. Son gün de Two Door Cinema Club, Fleet Foxes, Kasabian, Iron Maiden, Black Eyed Peas.
- En iyi 3 konser: 3- Arctic Monkeys, 2- Kings of Leon, 1- Coldplay. Coldplay hakkaten çok iyiydi be!
- Plaseler: Black Eyed Peas (2.5 saat de çalınmaz ki), Fleet Foxes, Two Door Cinema Club, Queens of the Stone Age ve TV on the Radio. Two Door Cinema Club belki bir riff üstüne 15 şarkı yazıp albüm çıkarmış olabilir ama baya eğlencelilerdi ve seyirciyi inanılmaz coşturdular. QOTSA her zamanki gazıyla acayip coşturdu. TVOTR, her geçen gün performansını olgunlaştırıyor; zaten birbirinden baba 4 albüm var repertuarlarında artık.
- Itiraf ediyorum Chemical Brothers'ı izleyemedim. Çok yorgundum. Ama baya iyi dedi bizim tayfa.
- Hayal kırıklıkları: Iron Maiden ve The National. Iron Maiden gereğinden çok fazla yeni şarkı çaldı. Bir de üstüne Bruce Dickinson önce ¨her Maidensever Maiden ailesinin parçasıdır sevgi barış özgürlük¨ deyip, iki dakika sonra gözüne lazer tutan kişiye sahneden on saat saydırmasıyla baya bir üzdü. The National ise hafif melankolik havalarını açıkhavada, şarkılarına tam hakim olmayan bir kitleye, güneş altında pek yediremedi. Ki iki grubu da baya severim.
- En enteresan gelen şeylerden biri Rock Werchter'de, festivallerin demirbaşı olan uzun bayrak kültürünün hiç olmamasıydı. Belki de yasak ama sanki öyle değildi. Özellikle Roskilde gibi omuza çıkmanın ve crowdsurfing yapmanın bile yasak olduğu yerde bayraklar fora iken herkesin birbirinin omzunda olduğu Werchter'de tek bir bayrak bile olmaması baya garip geldi.
- Flamanca baya tatsız bir dil.
- Viva La Vida, acayip gaz bir şarkı. Canlıyken daha da ga oluyor hatta. Konserin ortasında çaldı şarkıyı Chris Martin and co, konser bitti çadır alanına gidildi hala herkes ooOOoooOOO diye bağırıyordu.
- 4 gün sadece patates kızartması, hamburger ve pizza ile beslendik. Baya gına geldi. Sakın festival alanında Carrefour var diye kanmayın, bir kamyonun içinden ibaret. Siz siz olun, alışverişinizi önceden yapın. Kamp alanına etinden sütünden tüplü ocak getirmek bile serbest. Evinde barbekü yapar gibi takılabilirsin çadırında yani.
- Roskilde'de çadır alanlarında nerelere çadır kurulabileceği iplerle belirlenmişti. Werchter'de öle bişi yok, nereye bulursan çömüyosun. Biraz düzensizleştiriyor açıkçası kamp alanını. Bu arada gidecekseniz Camping Plus bileti alıp çarşamba akşamından çadırınızı kurun. A kampları festival alanına yakın ve asıl partiler orada oluyor. Normal camping bileti aldıysanız A'larda yer bulmanız zor. Biz B0'da kaldık, fena değildi ama sanki diğer mekanlar daha iyiymiş gibi bir his aldım ne yalan söliim.
- Bu arada Brüksel beklediğimden çok daha renkli ve güzel bir yer çıktı. Biraları ulusal gurur meselesi. Delirium'a kesin gidilmeli. Mimarisi de baya güzel.
- Belçikalı kızlar da beklemediğim kadar başarılı. Ama o dilleri yok mu? Flamanca konuşmasalardı keşke...
Sırada Glastonbury ve Coachella var. Aslında 3. kez Roskilde'ye gidip acayip sefil olduktan sonra bu işlere tövbe etmiştim ama neyse ki bu sefer kıçımı kaldırıp gittim. Tekrar şevk geldi.