23 Mart 2010

Bu Ödülü Güzel ve Zor Hayata Adıyorum

Hayat zor be okurcan. Yoruyor. Havalar güzelleşince daha bir allak bullak oldum. Bir yandan yeni iş kolları yaratma çabası var, hiç kolay değil. Iki tane güzel iş bulmuştum yapacak, oldu olacaktı ve güzel de para kazanacaktım ama iki gündür ikisinden de kötü haberler alıyorum. Bir yandan 4 ay kalan bir düğün ve evlilik hayatı için yapmamız gerekenler. Çok şeyi daha yapmadık, zaman da aynı hızda azalmakta. Başka bir yandan K. ile yaşadığımız evden taşınıyoruz. Seviyorduk evi de aslında. Ayrıca şimdiye kadar beraber yaşıyorduk, bundan sonra bir süre ailelerle yaşıycaz. Bir yandan da şimdi havalar düzeldi. Havaların düzelmesi iyi bir şey tabi ki ama tam kendimi sıkıntı çekme, dertlenme, çabalama moduna sokmuşken havalar güzelleşince kabak çiçeği gibi açılmak istiyor bünye. Şöyle bir salmak, keyiflenmek istiyor. Ama ne vaktim ne taakatim var.

Dertler arasında kaldıkça stresli bir insan oluyorum. Dışarıya yansıtmamak için de kasılıyorum. Sonra eve gidip akşama kadar bilgisayar başında veya Playstation başında oturuyorum kendimi mallatmak için. Eve gelip televizyon karşısında uyuyan mutsuz ebeveyn moduna girmek istemiyorum ama o yönde gidiyorum galiba.

4 ay. Şu 4 ay bittikten sonra (yani düğün işleri bitip, ev tutulmuş döşenmiş ve yaşanıldıktan sonra, bi de balayından sonra tabi ki) çok istediğim şeylere geri dönücem. Bir kere daha bol spor yapıcam. Kendime, bilgisayara bağlamalı amfi ve ucuz bi elektrogitar alıcam, evde müziğimi yapıcam. Bir de K.'nın aldığı DJlik kursuna gidicem. Sonra fotoğraf çekmeye geri dönücem ve sitemi yenileyeceğim, ne kadardır olduğu gibi duruyor (burada webmasterımı sevgiyle anıyorum yardımları için). Ve bitmek tükenmek bilmeyen enerjim bitmez ve tükenmez ise Ispanyolcamı yola koyucam Cervantes'e giderekten.

Bunlar hakkında konuşmak bile güzel okurcan. Çünkü artık ne okuduğum kitabı, ne dinlediğim müziği, ne de içinde yaşadığım hayatı özümseyemediğimi hissediyorum. Algılarım kapalı çünkü. Şöyle onbeşbin bakımına girip, filtreleri değiştirticem. Of yerine oh be demek istiyor bu bünye.

Neyse bu kadar itiraf.com yeter. Sen kendine iyi bak ama.

22 Mart 2010

Ankara Geceleri

Bir kaç kere niyetlenmiş ve başaramamış olmanın verdiği hırs, acayip moda soktu beni cumartesi akşamı. Kesin bir niyet ile, Ankara'daki tek akşamımı sabaha kadar dışarıda geçirip, Ankara gecelerinin nabzını tutmaya karar verdik baldızla.

Ilk durak, Nada. Hakkında çok şeyler duyduğumuz, daha önce önünden gündüz geçip de potansiyelini gördüğümüz mekan, hayal kırıklığı oldu maalesef. Tamam yer güzel, dekorasyon güzel ama içkiler sınıfta kaldı en başta. Ben gerçi kurabiye vodkayı önce shotlayıp, sonra bardakladım, o iyiydi. Ama baldızın mojitosu ile benim White Russian'ım çok ciddi başarısızdı. Bir White Russian'da süt köpürür mü? Veya mojitoya küp küp buz atılır mı? Bir de biz büyümüşüz galiba, ya da gençlik çok erken çıkmaya başlamış. Neyse, yani Istanbul'da olsa baya enteresan olabilecek Nada'yı erken bitirdik.

Sonra Tunus'tan aşağıya indik, etrafta elde gitar canlı müzik yapılan (ve genelde boş olan) mekanları ignore ederek. Flat ve yanında bir yer daha vardı ama ne o gün ne de genelde o kafada olduğumuz için onları da geçtik. If'e niyetliydik ama oradaki kalabalığı görünce elimizdeki beleş girişleri, bu para ile kaç bira içebilir hesabı yapan iki gence verdik sevabına. Daha sonra da, tavsiyeler üzerine Çayyolu'na doğru yollandık.

Bir kere Ankara taksicileri ile pazarlık edebilmek ve bindikten sonra da adam gibi iki kelam edebilmek, Istanbul'da bulamadığımız bir lüks (Aynen düzgün parkların olması gibi, çok özendim o konuda da Ankara'ya). Ama taksiler pahalı be! Yani içki parası kadar taksi parası verdim derim biraz abartmak istersem. Ama bunda kaldığımız yerin Eryaman'da olmasının da etkisi var galiba.

Neyse Çayyolu, biraz Dubai kafasıydı sanki. Belli ki doğal olarak ortaya çıkan değil de şehir planlamasıyla "evet bu sene de buraya konutlar, buraya barlar açıyoruz" mantığıyla yapılmış bir yer. Ama mekanlar çok Reina'msı (yani çok gitmişim gibi konuşuyorum da en azından müzikal anlamda). Yani baştan sona yürüyüp hiç bir yer bizi çekmiyorsa, bir hata vardır. En sonda (ya da en başta da diyebiliriz) caddenin tam üstünde olmayan, Taps'in karşısında Shot diye bir mekana girdik. Niyetimiz zaten biraz içki biraz muhabbetti, tam da uydu açıkçası. Yukarı canlı müzik var dediler, grup ara vermiş ve koca katta 4 kişi vardı. Zaten o ara, müzisyenlerin sahneye çıkmasıyla değil de gitarları toplamasıyla bitti. Ama alt katta Engin (olduğunu hayal meyal hatırladığım) barmen sayesinde gecemiz baya güzel geçti. Sırf shot bi kere, adına uygun olarak. Adam başı 10'ar shot yapınca zaten bir gece kötü geçemez. Bir de yanında doğru adam varsa zaten no problema.
Eve girip yatağa yattığımda sabah ezanı okunmaya başlamıştı. Yani mission accomplished. Ama Ankara'nın gece hayatı hayal kırıklığına uğrattı genel olarak. Bir kere mekanlar ya boş, ya da fazla dolu. Bu da gidilecek adam gibi yerin azlığına işaret ediyor sanki. Yaş ortalaması da genel olarak düşüktü diye boku atmama rağmen burada benim 27 olmamın da etkisi olabilir. Var demiyorum, olabilir. Geri gelince yine çıkar mıyım? Yanımda doğru insanlar varsa net çıkarım. Ama single olsam, av için zor yer Ankara. Yani Ankara'ya geçer notu verdik ama 5 pekiyi için yapılacak çok şey var azizim.

17 Mart 2010

Cihangir I Love You but You're Bringing Me Down

Neredeyse bir bütün sene K. ile başbaşa oturduğumuz Cihangir'den aysonu itibariyle göçüyoruz maalesef. Gittigidiyor.com'dan eşyalarımızı satmaya başlamışız, koli sayısı artmış, gün sayısı azalmışken özleyeceklerimin üstünden geçmek istedim.

Bir kere evin kendisini özlicem. Tamam bir türlü ısınmıyordu, sifonu çekince duştan soğuk su akıyodu ama severek oturduk evimizde. Yani evin "biz" kısmını özlicem. Sonra komşularımızı özlicem, özellikle Kris ile Kate'i. Ayrıca apartmandaki tek Türk olmayı da özlicem.

White Mill ve tayfası... Geçen sene onların müzikleri ile az dansetmedik kendi evimizde, dün gece de parti vardı ama sonrasında kapı çalıp pasta getirmeyi, gönlümüzü almayı ihmal etmediler. Hem işletmecileri olan 3lüyü, hem de çalışan kankaları ile... Neyse yine uğrarız biz zaten.

Cihangir, pizzacı dolu ama Don Pietro gibisi yok. Net! Yani Miss Pizza diyorlar, Kort diyorlar fln ama asıl olay Don Pietro. Sadece Cihangir içine servis yapan ve gidip oturulacak dükkanı olmadığından sadece evlere servis çalışan DP'nin pizzalarına, taşınmamız dolayısıyla, artık nail olmayacağız. En exclusive şey buydu galiba hatta. Az mı pizzalarını yedik! Hatta üst kat komşumuz aradığında bile "Random Defunct'ın evi mi?" diye soruyorlarmış. Sağolsunlar.

Kısıtlı alanında 15000 ürünü üstüste dize dize bir şekilde sığdıran, evdeki bütün eşofman üst ve altlarımı görmüş, fanatik GS'li bakkal amcamızı da sevgiyle anmadan geçmemek lazım. Bazı ürünlerinin tarihi geçmiş bile olsa, bizden biri gibi sevdik onu (ve yanında çalışan yamuk burunlu, Kolombiya kokain baronlarının yanındaki getir-götürcü Juan Jose tipli arkadaşı).

Ve oturduğumuz bir sene içinde bir dakika olsun kapanmayan dinci manavımız. Yılbaşı partisinin sonunda, sabah 7'de her tarafım vodka kokarak gidip su istememi geri çevirmediği için ayrıca teşekkürler (bir bardak değil bir sürahi götürmüştüm bu arada, o kafayla). Tabi dut gibi sarhoş "essselamınaleyküm hocam" diye girmemi unutmamak lazım.

O dehliz gibi otoparkta arabama çok iyi bakan Takacı Bozkurt Abi'ye ve kafa ekibine de selamlar. Çukurcuma'nın kedi gibi kahverengi-siyah-beyaz saçlı delisi, senle de hiç konuşmamız olmasa da bir tattın mahallede. Adını bilmediğim DVDcimiz, sana da iyi para kazandırdık (daha dün 50 kafa çarptın bizi) ama işini de iyi yapıyorsun. En azından vizyon filmleri, Oscar adaylarının tamamı, Altın Küre adayları fln gibi kategori yapıp ayırıyosun ya, çakma imdb'sin gözümde.

Oscar konuşması yapar gibi hissettim, tabi biraz da kişisel bir liste oldu ama napalım bunun da kısmeti böyleymiş. Bakalım buradan nereye çufçufluyoruz evlenince.

12 Mart 2010

Here Comes the Sun


Biliyorum son zamanlarda burayı ciddi boşlamış durumdayım ama bilin ki kafam kazan gibi oldu. Bir yandan iki önemli yatırım peşinden koşuyorum, bir yandan da zaman kıtlığından dolayı son derece stresli geçen bir evlilik öncesi periyodunu yaşıyorum. Evlenmek zor iş vesselam ama değer.

Bu sırada sırf blogu değil herşeyi boşladım. Ne eskisi kadar müzik dinliyorum, ne K.'nın hediye aldığı DJlik kursuna gidebildim, ne fotoğraf çekiyorum; kafamı rahatlatan, sevdiğim hiç bir boku yapamıyorum kısaca. Ama dün kardeşimin hediye aldığı kitap, kısa yoldan hızla geri döndürebilir beni.

Music Listography, daha önce duymadığım Lisa Nola diye biri tarafından çıkarılmış. Listography.com diye bir sayfası ve bi kaç başka kitabı da var. Olayı da basit: Her sayfada şunları listele, bunları listele diye soruyor. Mesela çok klasik "en sevdiğin 20 grubu sırala" veya "en sevdiğin 20 şarkıyı sırala"dan, "cenazende çalınmasını istediğin şarkıları listele" veya "her eski sevgilin için bir şarkı sırala" gibi orta dereceli sorulara, oradan da "filmlerdeki en iyi müzik anlarını sırala", "zamanda yolculuk yapıp gitmek isteyeceğin konserleri sırala" veya "DJ olsan potansiyel takma adlarını sırala" gibi kafa yorulması gereken sorular da var. Dün akşam oturup 2'ye kadar elimde kalem, kulağımda müzik bunları doldurmaya başladım. Ama beni daha çooook oyalar bu.

Bunun yanında kesinlikle bu kitap kurşun kalem ile doldurulmalı diye düşündüğümde farkettim ki evde bir tane bile yok. Ayrıca yıllardır da kurşun kalem ile yazmamışım. Baya nostaljik oldu kısaca.
Bu tip postlar atan, High Fidelitysever benim, zaten bu kitaba vurulmamamın imkanı yoktu. Aranızdan bir geek çıksa da soruların muhabbetlerini çevirsek diye de hevesle bekliyorum.
PS: Daha önce bir mim'e denk gelmedim ama müzikle ilgili bir mim vardı, sorular var, shuffle'dan gelen şarkıyı yazıyosun. Elinden olan paslasın da ben de tombalamı çekeyim.
Related Posts with Thumbnails