30 Aralık 2009

Oh Yes 2009

Kuvvetle muhtemel bu sene başka bir şey yazmayız arrrtık. Bu akşam, yarın fln bloga girip bir şeylere kafa yorup sizinle paylaşmam, paylaşsam da siz okumazsınız, ben de olsam ben de okumam.

Kısacası herkese kocagötlü yıllar diliyorum. 2009'dan gına gelmişti, 31 Aralık gecesi geceyarısında bir anda herşey iyiye doğru değişecekmiş gibi inceden naif bir inanış içindeyim. Dualarımda sizler de varsınız gençler.

29 Aralık 2009

Helva

Müzik dinlemeye yeni başladığım yıllarda bende emeği çok geçmiş bir kasetçalarım vardı. Yavaş çalardı ama çok başka bi yerde müzik dinleyemediğim için, yavaşlığını farketmezdim. Ama annemin teyzesine gittiğimizi hatırlıyorum bir gün, kasetlerim de yanımdaydı. Bütün gün onları normal hızda dinlemiş, odanın ortasındaki masanın etrafında dönüp durmuştum, deli gibi.

Bu akşam o masanın olduğu yerde annemin teyzesi yatıyordu. Bugün vefat etti, 10 yıllık alzheimer periyodundan sonra. "Kurtuldu" tabi. Yarınki cenazesinden önce, masanın olduğu yere yatırmışlar usülüne göre, üstünü kapamışlar, bir de bıçak koymuşlar. Hayatımda ilk defa ölü gördüm ben de.

Bi anneannem ağladı biraz, bi de onun kardeşini kaybettiğini düşünürken kardeşimin omzuna kol atan ben. Toprağı bol olsun. Helvası kadar güzel bir insandı rahmetli. Onu düşünürken aklıma geldi, Allah gecinden versin, bir gün öldüğümde helvamın süper olduğunu bilmek isterim.

21 Aralık 2009

2009'ün En iyi 3 Albümü

Neyse ki 2009, bu onyılın son yılı oldu da müzik yazarları onyıllık listeler yaptılar. Yoksa 2009, tek başına o kadar silik ve ezik bir yılmış ki blogunuzun yazarcanı ben, listeye koyacak sadece 3 albüm buldum. Yok, 4. bir albüm resmen bulamadım şöyle keyifle dinlediğim. Muhtemelen çıkar bir şeyler ama henüz bulamadım. 2008 ne kadar iyiymiş, 2009 feci keleğe gelmiş. Yani 2008 desen Radiohead var, Kings of Leon var, Fleet Foxes var, var oğlu var.

Neyse bari 2009'un 3 öne çıkan albümünü yazalım, onlara ayıp olmasın.

3 Numero: Aslında Humbug, bu blogun daha önce de yazı konusu olmuştu. Alex Turner ve arkadaşları, bambaşka bir grup olarak karşımıza çıkmışlar. Eh bu kadar hızlı değişim, her zaman sevenlerini mutlu etmez ama zaman geçtikçe, kafasını anladıkça daha fazla keyif alınıyor albümden. Tekrar uzun uzun yazmadan, sizleri içeriye alalım, okuyun gelin.

2 Numero: Red Hot Chili Peppers, yaptıkları aslında güzel müziği, enteresan tripleri ile bulandıran bir gruptu bir süredir. Inceden de bayıyorlardı. Ama John Frusciante, neyse ki çok fazla onlara takılmıyor müzikal olarak. Hatta artık hiç takılmıyor. Daha önce Sphere in the Heart of Silence albümüyle, kendisinin tek tabanca takıldığı sulara açılmıştım ve baya beğenmiştim. Bu sene "The Empyrean" albümüyle, gerçekten mükemmel şeyler yaptığını bir kez daha tescillemiş oldu. Grupiçi çekişmeler, yönetici kafalı prodüktörler, dağıtıcı şirket baskısı olmadan, tamamen çiğ halde bir müziğin ne kadar etkileyici ve içten olabileceğini tokat gibi kanıtıdır "The Empyrean". Her yerde, her an tavsiye edilir.

Numero Uno: Eğer kıçımı kaldırıp son onyılın en iyi albümleri listesi yapsaydım da tepelerde bir yerde olacak bir albüm "Tonight". Aynen Franz Ferdinand'ın da, yıllar sonra bu silik zamanlardan hatırlayacağımız nadir şahanelerden olduğunu düşündüğüm gibi. Grup, ilk iki albümünün dans etme ve cilveleşme tadından, daha elektronik ama aynı zamanda daha seksi bir moda geçmiş. Bize de çok uyar. Içinde hakkaten boş şarkı yok, her sabah kahvaltı sonrası bir kür alınması gerek güzel bir gün için. Yılın açık ara en iyi albümü (ve belki de güzel bir yılbaşı hediyesi)

Tabi bir de Them Crooked Vultures ve Grizzly Bear'ın Veckatimest'i var. Kendilerini daha yeteri kadar özümseyemediğim için listeye koymadım ama hatırlanası şeyler bunlar da. Onlara da mansiyon ödülü takdim etmek için Charlize Theron'u sahneye davet ediyorum.

17 Aralık 2009

2009 Çürük Çıktı

Dönüp bakıyorum 2009'a da, benim ve tanıdığım herkes adına uzun bir sürenin en boktan, en unutulası yılı oldu. O yüzden şu ay bitsin de 2010'a girelim diye hevesle bekliyorum. Derler ya nasıl başlarsan öyle gider diye; hakkaten öyle oldu. Çok sevdiğim arkadaşlarımla girdim 2009'a ama hiç birimizin beklediği kadar eğlenmedik yılbaşında. Hatta en büyük aktivite olarak Victoria's Secret defilesi izledik. O yüzden bu sene, tabiri caizse eğlencenin dibine vurmayı amaçlıyoruz. Işimizi de şansa bırakmamak ve "bu sene napsak, siz napıcaksınız" diye etrafa sormamak için evde parti veriyoruz. Net, sorusuz, alternatifsiz. Keyfin her türlüsünün vuku bulacağı bir gece olacak.

Bakıyorum da 2009'u açıklayan bir tek kelime sorsalar kriz derdim heralde. Yani kriz, öyle bir hepimizin hayatını kapladı ki. "Abi işler durgun", "canlar sıkkın" klasik günlük kalıplar olmaya başladı. Galatasaray, bombok bir geçen sezon geçirdi. Ferrari nal topladı. Franz Ferdinand belki mükemmel albümleri ile yüzümü güldürdü ama onun dışında müzikte de çok bir şey görmedik. Gaga hatun sevenler benle aynı fikirde diildir ama what the hell. PES 2009 da kötüydü zaten, 2010 çok daha iyi.

Deseler ki bu seneyi iki kelime ile açıkla, o zaman da kriz-twitter derdim heralde. O da hayatımıza kafadan giriş yaptı maşallah. Gazeteler twitter haberleri ile doldu taşıyor. Bir önceki sene de facebook coşturmuş gidiyodu, bakalım seneye ne çıkacak. Dizilerden Flash Forward, Ezel çıktı. Aşk-ı Memnu cıvıdı, yarı pornoya döndü.

Var ya elim daha 2009 hakkında yazmaya gitmiyo, o kadar keyifsiz bir yıl olmuş. Ama 2010 için içimde acayip bi heyecan var, coşucak coşturacak bence. Zaten yaklaştıkça iyi şeyler oluyor. Resmen 3lü çektirecek 2010 sanki, şimdi tribünlere geliyor yavaştan "oooooo" sesleri arasında. Hayırlısı.

16 Aralık 2009

Twitter of the Year

2009'un son 100 metresine dış kulvardan atak yapıyoruz ve Twitter'da, ailenizin blogger'ı RD'nin takip ettiği insanlar arasında diyelim en azından, yılın bombalarını seçiyoruz.

En iyi Yabancı Ünlü: Şuradan başlayalım, takip ettiğim Türkler, yabancılardan çok daha iyi tweetliyor. Ama Juan Pablo Montoya ve Lance Armstrong'un babalıkları, Jenna Jameson'ın analıkları hoşuma gidiyor. Murat Kosova gibi haykırmak istiyorum; "işte Twitter bu!!". Sonuçta ünlü ve başka bir kafa yapısında sandığın insanların, senin benim gibi olduklarını gösterdikleri bir arena Twitter. Yine de galiba ödülü Shaq'e vericem. "Yo mama is" serisiyle sırf beni değil, anladığım kadarınca listemdeki diğer takipçilerini de kırıp geçiriyor. Bazı günler oturup arka arkaya patlatıyor, o zamanlar Ezel'den bile çok yorum geliyor hakkında. Hem emeklilik de ufukta, bir ödül de bizden olsun.

En iyi Yerli Ünlü: Dediğim gibi, burada büyük rekabet var. Erdil Yaşaroğlu, Selçuk Erdem, Kaan Sezyum, Kanat Atkaya, Banu Yelkovan gibi adaylarımız mevcut burada. Ama galiba büyük ödül, müzik yazıları, komik dili, bol tweetleri ile Mehmet Tez'e gidiyor. Moda sahillerinden, kafa güzel tweetlere devam. (Kendisi bu post yazılırken Twitter'ın en'leri listesini yayınladı hatta)

En kötü Yabancı Ünlü: Işte kötü örnek kişilik: Cristiano Ronaldo. Futbolu bir yana bırakıyorum, kişilik olarak sevenine rastlamadım daha. Parçaladığı arabaları, kırolukları, fecahat oynadığı Clear For Men reklamı, aynalara hastalığı ve son olarak başarısız tweetleri ile uzak durulması gereken bir kişi. "Takımım iyi oynadı, onları tebrik ediyorum" gibi saçmalıklar sık görülen meziyetlerinden.

En kötü Yerli Ünlü: Neymiş, yakışıklı olmak Twitter'da geçmiyormuş. Her ne kadar gerçek olup olmadığını bilemesek de Kıvanç Tatlıtuğ, bu yeni internet sitesini bir türlü tam olarak kavrayamadığını gösterdi bizlere. Her ona mesaj gönderene reply olarak değil de uluorta cevap vermesi, ona gelen her tavsiyeyi retweetlemesi ve "yarın salı" gibi inanılmaz gözlemleri ile gönülleri çalmaya devam ediyordu. "Yarın salı" ile Kaan Sezyum'un da diline pelesenk olmuştu bi ara, neyse. Ama maalesef kendisi galiba account'unu kapatıp sevenlerini üzdü.

En nefret edilen Twitter: Yerli malı Cristiano Ronaldo olacaksan, bari kaslarını ve oynunu da al, en azından azcık pozitiflik katarsın bünyeye. Colin Kazım Richards efendi, 8taş esprileri ile ağır küfür (ve maçta da kırmızı kart) yemişti. Zaten kazaları, seks partileri ve bahis skandalları ile hayatını yaşayan biri, çıkıp Twitter'da gönül kazanmaya uğraşmaz heralde.

En Muhabbet Ekip: Birine reply yapan insanların ikisini de follow ediyorsanız, aralarındaki mesajlaşmaları da görüyor oluyorsunuz. Ama eğer biri ile kanka 3-5 kişiyi birden follow ediyorsanız, mecburi bir voyeur durumuna geçiyorsunuz. Sanki bir virüs yüzünden başkasının chat ekranına girmiş gibi oluyorsun. Banuka, Katkaya, Burcues, Mehmettez gibi. Izledikleri digitürk kanalları, Kanat'ın Banu'ya gazetenin verdiği Cars yapıştırmalarını haber vermesi ve film-müzik muhabbetleri ilk akla gelenler. O kadar içlerine girdik ki ister istemez, bazen evdeyken DVD izlemek için çağırasım geliyor gençleri.

En sıkıcı Twitter: Bu siteye üye olmanın mantığı, o kutuya 140 karakter girip enteresan birşeyler yazmak en basit haliyle. Birilerinin bunu Thierry Henry'e anlatması lazım. Sevilen bir oyuncu olmakla nefret edilmek arasında gidip gelen Barça'nın Fransız'ı, tweetlerinin sıkıcılığı konusunda istikrarı yakalamış bulunuyor.

En komik Twitter: 21 sezondur hep isteyip de yaşayamadığımız bir hayatın temsili O. Bira sevgisiyle aile sevgisinin denge noktası O. Hiçbirşey anlamadan hayatın devam edebileceğinin göstergesi O. O, Homer J. Simpson.
Twitter'a üye misiniz? Yorum kısmına geçin, @herkimseniz yazın, favori twitter'larınızı ekleyin, yapılacak çekilişte şanslı kişiyseniz, bir sevdiğiniz ile yılbaşındaki ev partimize davetiye kazanın. Acele edin!

11 Aralık 2009

Explore, Just Protect Yourself

Bu iki posteri TBWA Paris yapmış, AIDeS için. Cannes'da (film değil reklam) da ödülü kapmışlar. Hangisi daha iyi bilemedim ama baya bombalar. Galiba kız olan versiyonu daha çok sevdim. Kaplumbağa, ahtapot, denizanası "baş"ları bana Lombak'ı hatırlattı. Dün Bosch'tan bahsetmiştik, bu da onun daha basit ve sapık versiyonu işte.

Ama hakkını vermek için büyük versiyonlarını incelemeniz lazım. Ben mesela balinaları sonradan gördüm.

10 Aralık 2009

Scrambled Me

Piercing sevmem ama güzel dövmeyi, iki elim kanda da olsa takdir ederim. Ama bir dövmem yok. Hayatım boyunca sıkılmayacağım bir motif bulamadım daha, yoksa aslında yaptırmak da istiyorum.

Ama dün herifin tekinin kolunda Mondrian'ın "Composition II in Red, Blue and Yellow"unu gördüm (bknz yukarıdaki). Dövme için baya alternatif bir fikir aslında, ciddi hoşuma gitti. Ben de sırtıma Bosch'un "Triptych"ini mi yaptırsam diyorum (bknz aşağıdaki, üstüne basıp şekilleri inceleyin teker teker). Ama ciddi zaman, para, acı gerektiriyor. Sonunda da bombok bir şey çıkabilir ortaya. Ama Bosch'un, bambaşka bir paralelden geri dönemediğine inanıyorum ciddi anlamda. Böyle bir tablo, olmaz olsun.

Bu arada itiraf ediyorum, Mondrian'ın tablosunu biliyordum ama adını unutmuştum. Google'a "square art red yellow" yazdım, çıktı. Hayatı nasıl kolaylaştıracaklarını biliyorlar valla, biz de fırsattan istifa daha az hatırlayıp daha salaklaşma lüksümüzü kullanıyoruz.

08 Aralık 2009

Twitter Kafası

Okurcan,

Ne yalan söliim üşeniyorum bazen bloga yazmaya. Twitter daha kolayıma geliyor. 140 karakter ile neler anlatabiliyor olmanın çekiciliği var kesin. Ama aslen üşengeçlik. Öyle de kötü bir şey ki bu aslında, yazmaya değil düşünmeye bile üşeniyorum bazen. Short Attention Span Disease hastasıyız zaten toptan, o yüzden twitter bu kadar tutuyor. Film yerine dizi, kitap yerine dergi, blog yerine twitter. Veya fotoğrafçılıkta analog yerine dijital. Sabırsız ve hızlı değişen dünyada, değişmeyen şeylere, hızlı evrilmeyene kılız artık. O yüzden bu bloga da öyle hemen girip bir şeyler yazamıyorum.

Bari yazmayı aklımdan geçirdiklerimi nakşedeyim buraya da, sizin de tercihiniz olursa söylersiniz. Ben de bir bakıma yazmaya zorunlu hissederim kendimi. Efenim, bir kere, 2009 sonu listeleri yapmak lazım, hatta 2000'ler kafasına girmek lazım. Ama 10 yılı yazmaya -bildiniz- üşeniyorum. Sporcuların ya apolitik ya da mal oluşundan dem vurmak istiyorum bir ara. Başka bir ara, hani şu kızlarda 9 kusurlu hareketin, erkekler versiyonunu yazmak istiyorum, bayan okuyucularımız da onaylar veya onaylamaz bu özeleştiriyi. Daha çok liste yapabilirim, "High Fidelity" kafası. "En iyi 5 self-titled debut", "En kötü 2. albüm sendromları", "En iyi/kötü 5 twitter'cı celebrity" vs vs...

Sen ne diyosun okurcan, napsak?

03 Aralık 2009

Anti-Ad #1: LeiCanon


Üstüne basınca büyüyor, basınız görünüz. El emeği göz nuru ilk photoshop çalışmam.

Anti-Ad ve Homemade Mischief

Sonunda kıçımı kaldırmamı siz okurcanlarımla paylaşıyorum. Ne kadardır aklımdaki proje fikrimi bu akşam başlatmış bulunuyorum.

Fikir: Bir anti-ad kampanyası. Yani reklam fotoğrafları ama tam olarak official bir reklam değiller aslında. Biliyorum daha önce yapılmış bir fikir, yani bu genre var, ben de kendimce eklentiler yapayım dedim.

Fikirleri yumak gibi biriktirdikten sonra, bu akşam birincisini çektim. Çok yakında sizinle de paylaşacağım zaten. Fikirlerinizi bekliyorum. Prop'larını ve mekanını bu akşam ayarladığım diğer anti-ad'ler de yakında gelecek. Bunları da Homemade Mischief tag'i altında bulacaksınız.

Üstümden üşengeçliğimi atmanın ve ortaya fena olmayan bir şey çıkarmanın mutluluğu içindeyim (aslında işten geldiğimden beri duş aldım, yemek yedim, FlashForward'ın yeni bölümünü izledim, projenin fotoğraflarını çektim, ofiste bir şey unuttum diye ofise gideyim dedim ama sonra yüzmeye gidip yarım saat yüzdüm öyle ofise gittim, eve geldim çektiklerimin photoshop'unu yaptım ve hala uykum yok).

Hallelujah!
Related Posts with Thumbnails