10 Kasım 2009

Vizyon Kafası

Haftasonu izlemek istediğim iki filme gittim sonunda, biri "This is It" öbürü de "Nefes" idi.

Cumartesi akşamı, Michael Jackson'ın hala ne kadar enerjik, ne kadar istekli, bir yandan da fiziksel olarak kül olmuş ama yeniden doğmak isteyen biri olduğunu gördüm. Bence This is It'i hakkaten çok enteresan yapan şey, çukulata renkli sanatçıyı koyduğu perspektif. Nedir? Yaptığı müzik ile, ulaşılmazlığı ile, grandoise oluşu ile bir tanrıydı belki de Jackson. Bu yüzden ölümü o kadar beklenmedik ve üzücüydü. Çünkü öldüğünde, o "tanrı" kabuğundan çıkmış ve sıradan bir insan olmuştu. This is It ise, gerçekten yaratıcı, işine aşık bir sanatçının, hayal kuran ve yaratan bir insan safhasından, onu "tanrı" statüsüne ulaştıran end-product'a giderken ki hali. Yani bir şekilde "god-in-progress". Tam da bu yüzden belgesel, oldukça enteresan ve yıllarca hatırlanacak bir noktada duruyor. Bir de 25 Haziranda ölen birinin ardından 4 ay gibi kısa sürede 110 dakikalık bir filmin edit edilmesi ve dünya çapında sinema salonlarına ulaştırılması başlı başına inanılmaz bir olay.

Pazar akşamı da Nefes'e gittim. Uzun zamandır dönen fragmanı beni çok etkilemiş ve ciddi bir merak uyandırmıştı ama filmin konusunun hassasiyetinden dolayı, hakkındaki yazıları okumamayı tercih ettim. Jürinin son kararını başta açıklayayım; bu, galiba izlediğim en iyi Türk filmlerinden biri. Konu, Türkiye'de çok rahat her yere çekilebilecek, çok hassas ve insanları objektif değerlendirmeden çok kolaylıkla uzaklaştırabilecek bir konu. Ama aynı zamanda o kadar güzel işlenmiş ki hem alttan alta "biz aslında kardeşiz" mesajı veriyor, hem de oradaki savaşı aptal bir konumda bırakmıyor. Yani klasik "savaş çok gereksiz" mesajını tam anlamıyla vermiyor. Bu yüzden de bazıları militarist, bazıları da anti-militarist etiketini yapıştırıyor. Bence çok güzel bir dengede film, iki etikete de ait değil. Hatta savaş filmi değil, asker filmi. Yani insan filmi. Orada niye savaşıldığı, kimin haklı olduğu, politikalar değil de insanların bunları nasıl unuttuğu ve insanlıklarını koruma çabalarını anlatıyor bence film. Özellikle de bu yüzden beğendim. Bunun yanında sinematografik olarak da bayıldım. Çok ciddi bayıldım. Çekimler, yansımalar, aksiyonlar diğer Türk filmlerinin çok üstünde. Elimde olsa, yabancı film Oscar'ına bu filmi aday gösteririm. Son sözüm de bu filmin çakma DVD'sinin çıkmasını bekleyip evde izleyeceklere. Yapmayın! Film, bir ses şöleni değil, ama olay o değil zaten. Sinemaya gidip, o sessizliği orada hissetmek lazım. Evdeki televizyon ve odanız yetmez o ambiansı yaratmaya.

Bu iki filmi de bu naçizane blogun okurlarına şiddetle tavsiye ediyorum. Dün akşam 500 Days of Summer'ı izledim, onu da bir o kadar tavsiye etmiyorum. Soundtrack'i belki.

2 yorum:

Çetin Cem dedi ki...

ben "(500) days of summer"ı çok sevdim. "nefes"i ise askere gitmek üzere olduğum için izlememe kararı aldım, gidenler de "sen gitme, sonra dvd'sini alırsın" dediler :)

Defunct dedi ki...

500 days of summer, bana en azından, klasik bi romantik film gibi geldi. Hani 2 saat izleyip bi daha izlemeyeceğim bi film sanki. Ama kız güzel mi değil mi bi türlü karar veremedim, enteresandı.
Askere gitmek üzereysen, en azından nereye gideceğin belli olana kadar nefes'i izleme hakkaten :) ama film olarak süper. şimdiden iyi teskereler

Related Posts with Thumbnails