Ve güzel fotoğraflar görünce içimdeki o garip his, daha da garipleşiyor. Mesela az önce twitter'da Magnum Photo Agency, Salinger'ın ilk ölüm yıldönümü şerefine Holden Caufield'ın New York'u adı altında bir fotoğraf seleksiyonu (dikkat, öz türkçe) yayınladı. Nefis fotoğraflar var içinde. Hayatta en sevdiğim şehirlerden olan New York'un bilmediğim zamanlarına özlem.
Bazen öyle işler görüyorum ki bir yandan tokat gibi çarpıp "çık dışarı ve fotoğraf çek" bir yandan da "panpa, sen bu işi bırak, boşuna uğraşma" dedirtiyor. Elliot Erwitt, Josef Kouldelka, Steve McCurry, Robert Capa, Robert Frank... Bu adamların çektikleri fotoğraflar, fotoğrafların hikayeleri, fotoğrafları çekmek için göze aldıkları ve Robert Capa gibi sonunda bunun için canlarını vermeleri, oturup düşününce beni allak bullak ediyor. Kelimelerle hislerimi anlatmayı, fotoğrafların gücüne saygısızlık olarak görüyorum.
Muhtemelen hayatımdaki en büyük hayalim olan dünyayı elimde fotoğraf makinesiyle gezmeyi yapamicam. Ve muhtemelen hiç bir zaman çok beğenilen bir fotoğrafçı da olmicam, kendimde o potansiyeli görmüyorum. Ama bu inanılmaz görsel narrative'in, en azından hakkını veren bir takdircisi olmak bile biraz olsun mutlu ediyor beni.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder