Bir kaç anı... Yuvada kıyafet balosu için palyaço olucam. Annem elbiseyi aldı, pinpon topunu (ve o sırada elini de) kesti ve kırmızı ojeye boyayıp burun yapmıştı bana. Ertesi gün yuvada, herkesin Superman ve Spiderman kostümleri ile geldiğini görünce, ben de bir köşede bütün gün somurtmuştum. Bir sonraki kıyafet balosunda annem, bu sefer bana ne olmak istediğimi sordu. 3-4 yaşındaki veletlerin verdiği fiks cevapları bekleyen annem, benim "Uğur Tütüneker olmak istiyorum" cevabımla sarsılmış tabi. Galatasaray forması, şortu, sarı kırmızı bir top ve keçeli kalemle yapılmış bir sakal. O gün ne kadar mutlu olduğumu hala hatırlıyorum.
Sonra çocukluğun anlam gerektirmeyen uğraşlarından biri, kumu kazıp su bulmak. Yuvamızın kumlarının altı siyahtı, biz de petrol bulduk diye sevinirdik.Anneannemin televizyonu vardı bir de, uzaktan kumanda devri öncesinden. Makineye gidip, ekranın yanındaki 1'den 9'a kadar olan tuşlara basmakla değişirdi kanallar, ama zaten 9 tane kanal yoktu. Bir de "TAK!! TAK!!" diye basılırdı o tuşlara, biraz korkardım itiraf ediyorum.
Sonra Magic Box ve Show TV çıkmıştı, ne büyük olaydı. Pazar sabahları, sabahın köründe çizgi film izlemek için uyanır, bizimkileri uyandırmamak için parmak uclarında içeri gider ve beklerdim. Çizgi filmler geç başlayınca da sinirlenirdim, "bu çocuk haklarına haksızlık" diye.
Tabi bir de sinema. Ilk gittiğim film, Micheal Keaton'ın Batman, Jack Nicholson'ın Joker olduğu ilk Batman filmiydi. Kadıköy Reks'te. Ağzım açık izlediğimi hatırlıyorum. O kadar insan, patlamış mısır ve kola, kocaman bir televizyon ve Batman. Ekranı görmem için altıma konulan paltolar.
Çok küçükken alt komşumuz M. Abla'dan da korkardım. Öğle uykularının değerini bilmediğim o yıllarda, yatağımın parmaklıklarının birini çıkarır ve aradan kaçardım. Ama M. Abla'nın bizde olduğu günler korkumdan odamın kapısından dışarı çıkamaz ve kapının önünde uyuyakalırdım, yerde.
Ilkokulda en içimde kalan şeylerin başında Parliament sinema kulübü geliyor hala. Pazar geceleri 9 veya 930'da başlardı, biz tam yatıyor olurduk o sırada. Babam bana "sen yat ben sana sabah anlatıcam" derdi, ben de "ama anlatmakla olmaz ki, görmem lazım" derdim. Bir de lig maçlarını bizim sınıfta bir kişi izleyebilirdi ancak, o da ertesi gün herkese hava atardı. Ağzımız açık dinlerdik biz de onu. Bir hasta olup okula gitmediğim gün, evde futbol maçı izlediğimi hatırlıyorum. Topu taca atan takımın değil de öbür takımın tacı kullanması çok garibime gitmişti, "onlar atıyor dışarı, niye bunlar kullanıyor" diye merak etmiştim. Sonra bir de hayatımda ilk defa rövaşatayı gördüğümü çok net hatırlıyorum. Herkese inanılmaz bir heyecanla anlatmıştım, "biliyor musunuz adam topu havada dönerek kafasının üstünden vurarak attı, vayy beee".
Suadiye'deki eski evimizi hatırlıyorum bazen. Balkonundan kesintisiz bir ağaç manzarası vardı, çünkü ağaçların uzunluğunu geçen evler yoktu. Dayım siyah saçlı ve bıyıklı haliyle bana sihirbazlık yapardı. Evimizin karşısında da kocaman bir boş arsa vardı, büyüyünce araba kullanmayı burada öğrenicem diye heves ederdim. 15 yaşındayken site yaptılar oraya. Sonra evde doğumgünü kutlamak. Yuvadan arkadaşlarla sandalye kapmaca oynamak. Annelerin vatkaları ve iğrenç saçları. Sıkılınca arkadaşlarla sokakta futbol, yorulunca evde Amiga 500 oynamalar.
Bir de ilkokul 5'teki özel dersler. Sinirli ve otoriter Türkçe hocamızın dersinde, o sıralarda Türkiye'de yeni yeni gösterilmeye başlayan Simpson'ı izlemek için not dolaştırmıştım: "Çabuk olun da dersi erken bitirip Simpson izleyelim" diye. Hoca da yakalamıştı, bana da çok kızmıştı. Yıllarca işlediğim en büyük günah olmuştu o. O zamandan nasıl bir öğrenci olacağım belliymiş. Hayatımda yaptığım en son ödev ortaokul hazırlıktaki ilk gün ödevi oldu zaten.
Hayatım aslında hala güzel ve mutluyum ama çocukluğum da çok güzelmiş. Ilk arabamı dün itibariyle sattım, 13 yıldır gittiğim berberle ilk geldiğim günleri konuştuk pazar günü, zamanında elimden tutup "bak bu mööö" diye hayvanlar alemini ekspres bir şekilde anlatan babamın amcasıyla dün iş toplantısı yapmaya gittim. Bu aralar bana herşey eskileri hatırlatıyor nedense. Bu da işin nostalji sosu işte. Sizinle de paylaşayım dedim.
1 yorum:
"Tabi bir de sinema. Ilk gittiğim film, Micheal Keaton'ın Batman, Jack Nicholson'ın Joker olduğu ilk Batman filmiydi"
aynen ama sisli Kent
Yorum Gönder