30 Ekim 2009

My Sanal Self


K., uzunca bir süredir internet bağımlısı olduğumdan şüpheleniyor. Haklı olma ihtimali var. Ama sorun şu; bağımlı olsam bile internetin kendisine değil bu. Burada hayatın başka hiç bir yerinde olmadığı kadar dinamik ve çok bilgi var. Devamlı yenileri geliyor. Ben de içimdeki sıkılganlığı, durağanlığı sevmeyen kısmımı ancak bu kadar hızlı ve akışkan bir mecrada giderebiliyorum. O yüzden internete bu kadar meraklıyım galiba. Neysssaa...

Bir de şöyle bir şey var. Az önce uzun süredir görmediğim bir arkadaşımı gördüm işten dönerken. Vedalaşırken konuşalım dedik ama sonradan düşündüm, eğer bir blogu, bir twitter'ı varsa konuşmamıza gerek yok. Tek yönlü iletişimle (ki bu iki sayfada da öyle yapılıyor) gayet de o insanın neler yaptığını öğrenebiliyorum. Ve görüştüğümüzde, yani karşılıklı interaksiyona geçtiğimizde, onunla, sanki aradaki zamanda konuşuyormuşuz gibi muhabbete girebiliyorum.

Hatta bu olayı hiç tanımadığım, sadece blogunu okuduğum, twitter'dan takip ettiğim insanlara da yapabiliyorum. Yani aslında hiç tanımadığım birini arkadaş gibi hissedip, hayatında günlük olarak neler yaptığını bilebiliyor, başına gelenlere karşı hislerini anlayabiliyorum. Yüzyüze hiç karşılaşmamamıza rağmen.

Eskiden bir MSN paylaşılırdı, ama orada da karşılıklı konuşma vardı. Facebook ise tam bir ara katman oldu. Hem karşılıklı konuşma var, hem kendin çalıp kendin oynama. Twitter ve bloglar, her ne kadar okuyanlar public bir reaksiyon verebiliyor olsalar da, aslen tek taraflı bir iletişim.

Bir de tam tersi bakmak lazım. Ben, ve siz, ve etrafınızdaki bir sürü kişi, aslında hayatını, okeyde bitenin elini göstermesi gibi açıveriyor. Yani bir şekilde 1984'ümüzü kendimiz yaratıyoruz, hepimiz Big Brother'ın parçası oluyoruz, hayatımıza kamera koyup BBG'mizi oluşturuyoruz.

Bunu günlük bir şekilde yaşamış olsam da, bu context'e koyunca garip geldi. Vay be!

Not: Kafam güzel değil, cidden. Böyle naif modlara girmez misiniz siz de?

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails