30 Aralık 2009
Oh Yes 2009
29 Aralık 2009
Helva
21 Aralık 2009
2009'ün En iyi 3 Albümü
17 Aralık 2009
2009 Çürük Çıktı
16 Aralık 2009
Twitter of the Year
11 Aralık 2009
Explore, Just Protect Yourself
Ama hakkını vermek için büyük versiyonlarını incelemeniz lazım. Ben mesela balinaları sonradan gördüm.
10 Aralık 2009
Scrambled Me
08 Aralık 2009
Twitter Kafası
03 Aralık 2009
Anti-Ad ve Homemade Mischief
30 Kasım 2009
Amsterdamische
24 Kasım 2009
Flash Forward Kafası
20 Kasım 2009
Resimlerle Bozcaada
17 Kasım 2009
Kanka Baskısı
Şimdi PES 2010 çıktı, daha yeni. Ben de çıkar çıkmaz aldım, hırs yaptım "a.k bu sefer yapacam" diye. Galiba da yapıyorum yavaş yavaş, hızla adapte olup yıllarca tokat yediğim adamları tokatlamaya başladım. Tam bir video oyunu Rocky'si oldum! Acı yok Italian Stallion!
Vespa Transformers
12 Kasım 2009
3 Post 1 Arada
10 Kasım 2009
Vizyon Kafası
Cumartesi akşamı, Michael Jackson'ın hala ne kadar enerjik, ne kadar istekli, bir yandan da fiziksel olarak kül olmuş ama yeniden doğmak isteyen biri olduğunu gördüm. Bence This is It'i hakkaten çok enteresan yapan şey, çukulata renkli sanatçıyı koyduğu perspektif. Nedir? Yaptığı müzik ile, ulaşılmazlığı ile, grandoise oluşu ile bir tanrıydı belki de Jackson. Bu yüzden ölümü o kadar beklenmedik ve üzücüydü. Çünkü öldüğünde, o "tanrı" kabuğundan çıkmış ve sıradan bir insan olmuştu. This is It ise, gerçekten yaratıcı, işine aşık bir sanatçının, hayal kuran ve yaratan bir insan safhasından, onu "tanrı" statüsüne ulaştıran end-product'a giderken ki hali. Yani bir şekilde "god-in-progress". Tam da bu yüzden belgesel, oldukça enteresan ve yıllarca hatırlanacak bir noktada duruyor. Bir de 25 Haziranda ölen birinin ardından 4 ay gibi kısa sürede 110 dakikalık bir filmin edit edilmesi ve dünya çapında sinema salonlarına ulaştırılması başlı başına inanılmaz bir olay.
07 Kasım 2009
Gidiyor Akıl Ufak Ufak
Cumartesinin ilk ışıkları ile biten PES turnuvasının ardından gelen sabah. Evde tek başına olma hali, uyanamama sorunsalı... Bilgisayarın başına geçiş ve emaillere bakış. Facebook'tan yollanan yorumlar için facebook'a giriş. Sonra tanımadığın insanların, senin yolladığın arkadaşlık isteklerini kabul etmesiyle dumur oluş. Insanların profillerine bakış ve hakkaten hiç birini tanımadığından emin oluş. Daha da dumur oluş. Sonra panik oluş, "leyn bu facebook'ta insanlar spam halinde kendini arkadaş olarak kabul mu ettiriyor" deyiş. Arkadaş listesine giriş. Tanımadığın daha bi sürü insan görüş. Baştan iki üç tanesini siliş. Sonra farkediş ki bu facebook account'u, benim değil evin diğer sahibinin. Göt oluş!
30 Ekim 2009
My Sanal Self
K., uzunca bir süredir internet bağımlısı olduğumdan şüpheleniyor. Haklı olma ihtimali var. Ama sorun şu; bağımlı olsam bile internetin kendisine değil bu. Burada hayatın başka hiç bir yerinde olmadığı kadar dinamik ve çok bilgi var. Devamlı yenileri geliyor. Ben de içimdeki sıkılganlığı, durağanlığı sevmeyen kısmımı ancak bu kadar hızlı ve akışkan bir mecrada giderebiliyorum. O yüzden internete bu kadar meraklıyım galiba. Neysssaa...
27 Ekim 2009
Them Crooked Vultures Pre-Kafası
Laflarımızı yeme, tükürdüklerimizi yalama vakti geldi çattı. Arctic Monkeys hakkında konuşurken zamane supergrouplarının ne kadar totoş olduğundan bahsetmiştik. Ama işte öyle biri geliyor ki belini kırıyor, topla kaleciyi ters köşelere gönderebiliyor.
Bir kere içinde Josh Homme, Dave Grohl ve John Paul Jones varsa o grup iyidir. Yani öyle bir grup ki bu Them Crooked Vultures, daha ilk adımını atmadan CV'sinde Nirvana, Led Zeppelin, QOTSA ve Foo Fighters var. Heyecanlanmamak elde mi?
17 Kasım'da self-titled debut album triplerine bu arkadaşlar da giriyor. Bugün de New Fang adlı şarkılarını yayınlamışlar. Bir aparatif olsun o zamana kadar biz müzik abazalarına.
26 Ekim 2009
Just Turn Around Now, You're Not Welcome Anymore
"Hayatım boyunca hep iyi bir insan olmak istedim" diyerek ne kadar sıradan ve osuruktan bir kişilik olduğumu ortaya koymanın huzuru içindeyim. Biri arkadaşımsa kötü gününde de yanında olmaya çalıştım, insanlara ön yargı ile bakmamaya gayret gösterdim, kızmamayı öğrendim, inanmayı tercih ettim vs vs. Böyle playdoh oyun hamuru kıvamında bir yürekle yaşadım.
23 Ekim 2009
Mağrur Kazak Olmak
Mağrur Kazak? Anneyle baba ne kullanıyorsa bana da bir tane lütfen...
Birdie Num Num'ın katkılarıyla, ne de olsa "bu dönemde para büyük ihtiyaç"
22 Ekim 2009
Unloading Filmekimi
Pazarı Trabzonspor maçı sebebiyatıyla pas geçince pazartesiye gelmiş bulunduk. Eden is West, bir Costa Gavras filmi. Bir kaçak mültecinin Yunanistan'dan Paris'e yolculuğu. Mülteci Elias kadar, yoldaki insanların portresi de çok etkileyiciydi, hatta bence film tamamen bir portre filmiydi. Bir bakıma Robert Frank'in The Americans'da yaptığı yolculuğu hatırlattı bana, biraz daha karikatürize bir şekilde. Ama o kadar ayakları yere basan film, nasıl sonunda koptu gitti anlamadım. Vaktim olunca biraz bakıcam internetten ona da, hala karışığım filmin sonu hakkında.
Eden is West'ten sonra Cheri vardı. Belki Cheri de Moon'un düştüğü tuzağa düştü benim aklımda. Moon, nasıl 2001 Space Odysey ile aynı ipte cambazlık yaptığı için tutunamadıysa Cheri de Emile Zola'nın çok sevdiğim Nana'sıyla aynı ipteydi. Ve başarısızdı. Michelle Pfeiffer'ın oynadığı karakter Nunu, kitabın o karakteri Nana. Nana'nın yardımcısı Rose, Nunu'nun yardımcısı da Rose. Genç sevgili, hayat kadının hem anne hem sevgili gibi hissetmesi. Bunun çok daha iyisinin kitabını okudum dedim filmde. Ayrıca kötü oyunculuk ve fazla Amerikanlık olunca ciddi sıçtı film gözümden. Geç.
Salı, yine çok beklediğimiz bir film olan Capitalism: A Love Story ile başladı. Michael Moore, gittikçe inanılırlığını yitiriyor, hem benim hem de konuştuğum herkesin gözünde. Evet Bush ve cumhuriyetçileri seven çok yok kendilerinden başka, ama filmin özellikle Obama öncesi dönemi neredeyse tamamen duygu sömürüsüydü. Olaylar mizansen gibiydi. Tamam Michael Moore, taaaa RATM'nin Sleep Now in the Fire klibini yönettiğinden beri taraftı zaten. Ama taraf olmakla subjektif olmak arasındaki çizgiyi geçiyor yavaştan. Bir de Naomi Klein'ın Shock Doctrine'indeki herşeye inanmadıysam, bu filmde de hemen hemen aynı noktalara inanmadım. Zaten söylemleri de çok benzer ve herşey anlattıkları gibi gelmiyor. Ama burada uzun uzun onu konuşacak değilim.Sonra Bright Star. Yine olmamış bir film sana. Şair John Keats'ın biyografik öyküsü. Belki de o kadar şiir bilmediğimden, karakterin kendisiyle çok alakalı olmadığımdan beni çok çekmedi, çok ağır girmicem o yüzden. Iki şey böyle düşünmeye itti beni. Yanımızda bir sürü insan ağladı ama K. da ben de hiç duygulanmadık bile. Bir de aynı yavaşlıktaki Gus Van Sant'ın Kurt Cobain'in son günlerini anlattığı Last Days'ini sevmiştim. O yüzden çok üstüne gitmeyeceğim ama tatmin olmuş çıkmadım.
Dün de Valhalla Rising. Işte festival filmi. Uzun, az diyaloglu, zor sahneli, anlaşılmaz. Bi bok anlamasam da bazen özlüyorum bu tür filmleri. Bir psikopatın tahminen MS 100 veya MS 200 yıllarında Ingiltere'den başlayan öyküsü. Enteresandı ama filmde o kadar çok symbolism vardı ki (ve ben neyi sembolize ettiklerini bilmiyodum) bir bok anlamadım. Ona da internetten bakmam lazım. Filmi anlamayacağımı daha en başında anlamıştım, o yüzden anlamaya çok da kasmadım ve keyif aldım. Google yapar neymiş anlarım, merak edene anlatırım.
20 Ekim 2009
Nükleer Savaşta Hayatta Kalmanın 11 Yolu
Kıçımdan atmıyorum, geçen hafta itibariyle Beyoğlu Hükümet Konağında gördüğüm bilgileri, hepinizin iyiliği için buraya koyuyorum.
Ellerinizi iyi yıkayın, ailenizin yanından ayrılmayın, serpintiden korunun (sağ en alt kare), un-şeker depolayıp sığınaklarda kilo alın vs...
Hala soğuk savaştan korkan ülkem benim... Minik paranoyağım...
15 Ekim 2009
Protect and Survive
Bugün ekşın günü işte. Geldi çattı Blogactionday. Kendimi iklim değişikliği/climate change konusuyla ışıkların altına bırakıyorum Nobel Barış Ödülü kazanmış Barack Obama edasıyla:
14 Ekim 2009
Hatıralar Sarmış 4-1 Yanımı
09 Ekim 2009
Yerli Malı Yurdun Malı Ismet Onu Kullanmalı
YERLI MALI HAFTASI
Yerli Malı Haftası, 12-18 Aralık tarihleri arasında Türkiye'de tüm okullarda kutlanan hafta.
II. Dünya Savaşı sonrası oluşan ekonomik darboğazın ardından yabancı ülkelere para akışının önünün kesilmesi ve toplumsal tutum bilincinin oluşması amaçlanmıştır. Bu amaçla zamanın başbakanı İsmet İnönü 12 Aralık 1929'da yaptığı konuşmayla yerli malı kullanmanın ve tutumlu olmanın öneminden bahsetti. 1946 yılından itibaren Yerli Malı Haftası olarak kutlanmaktadır. 1983 yılında adı Tutum, yatırım ve Türk malları haftası olarak değiştirilmiştir. Hedefi, yerli mallarının tüketiminin artmasıdır. Bu hafta süresince tutumlu olmanın, yatırım yapmanın ve yerli malı kullanmanın önemi anlatılır. İnsanların parasını, malını eşyalarını, zamanını ve sağlığını gerektirdiği gibi korumak ve kullanmasına tutumlu olmak denir. Tutumluluk hiçbir zaman cimrilik demek değildir. Tutumlu insan eşyasını, malını düzenli ve temiz kullanır. Zamanını boşuna harcamaz. Kendisine ve çevresine yararlı işlerle geçirir gününü. Böylece kötü alışkanlıklardan da kurtulur. Mutlu ve güvenli olur. Yalnızca kendimize ait olanı değil, elektriği, suyu, yiyecekleri, okulda kullanılan eşyaları, bize ait olmayan eşyaları kendimizinmiş gibi özenle korumalıyız. Topluma ve arkadaşlarımıza ait olan eşyalara zarar vermemeliyiz. Tutum ve yatırım, ülkeler için de önemli bir konudur. Çünkü devletler de gelirleriyle giderlerini dengelemek zorundadır. Bir devlet eğer gelir ve giderlerini iyi ayarlarsa; gelir kaynaklarını iyi yatırımlarda kullanırsa kalkınır, zenginleşir ve hiçbir devlete bağımlı kalmaz. Yurdumuz cumhuriyet döneminde yeni savaştan çıkmış bir ülke idi. Yurdumuzun her köşesi çok büyük zararlar görmüştü. Ellerinde bir şeyleri kalmayan halk yoksulluk içerisinde kıvranıyordu. Atatürk bu duruma çok üzülüyor ve bu durumdaki halka bir şeyler vermek istiyordu. Atatürk 1923 yılında İzmir İktisat Kongresini topladı. Bu kongrede yurdun bağımsızlığının korunması, yerli mallar üretilmesi ve kullanılması kararlaştırıldı. Dönemin başbakanı İsmet İnönü 12 Aralık 1929 tarihinde T.B.M.M.’de bir konuşma yaptı. Konuşmasında ulusal ekonomi, yerli malı ve tutumlu olma konularını anlattı. 12 Aralığı kapsayan hafta “Tutum Yatırım ve Türk Malları Haftası” olarak kutlanmaktadır. Cumhuriyet döneminde temelleri atılan kendi kendine yeter bir toplum olmadaki ilk adım bugün de devam etmektedir. Tutum ve yatırım alışkanlığı küçük yaşlarda kazanılır. Ders araçlarını, giysilerini, harçlığını tutumlu kullanan çocuk bu güzel alışkanlığı büyüyünce de devam ettirir. Küçükken boşa akan su musluğu, gereksiz yanan lambayı kapatan çocuk bu güzel alışkanlığı büyüyünce de devam ettirir. Okul çağlarında zamanı iyi değerlendirme alışkanlığı kazanan insan bu huyundan vazgeçmez. O nedenle çocukları küçük yaşlarda tutumlu olmaya özendirmeliyiz. Tasarruf yapmak, milli kaynakların işletilmesi, yerli fabrikalar kurulması, paranın dış ülkelere gitmesini önlemek, temel tüketim maddelerini öz kaynaklardan karşılamak, ekonomimizi geliştirmek bu haftanın belli başlı amaçları içindedir. Okullarımızda 12 – 18 Aralık tarihleri arasında kutlanan bu haftada tutum, yatırım ve Türk malları hakkında bilgi verilir. Şiirler okunur, konuşmalar yapılır, skeçler ve oyunlar oynanır.
07 Ekim 2009
06 Ekim 2009
Deliye Her Gün Doğumgünü
Benim de doğumgünüm geliyor yavaştan ama heralde evde kutlarım. Kendi arkadaşlarımla. Bizim ev için fundraiser gibi olur, gelen içki getirir, içilmeyen bize kalır. (EV) yararına. Ama söz, bir gün meşhur olursam bu blogu takip edenleri sahneye çıkarıcam. O yüzden kendinize bir şarkı seçin şimdiden. Ben Ocean Color Scene'den 100 Mile High City'i söylicem.
Not: Aslında videoyu koyacaktım resim yerine ama olmadı, resme tamah etmek durumunda kaldım. Onu da Gavin Friday ile harcamayı aklımdan geçirmedim.
02 Ekim 2009
Isteynbull
Bu şehir rakıyla yaşar
Bu şehir cigarayı çeker
Bu şehir gündüzü yaşar
Bu şehir her geceyi sever
Bu şehrin adamı söver
Bu şehir kadınını döver
Bu şehir kanımızı emer
Bu şehir için ölmeye değer
İstanbul
Elinden öper